Klasik Türk müziği evrensel bir anlayışın ifadesidir

Doç. Dr. Rıdvan Şentürk, Müzik ve Kimlik adlı kitabında klasik müziğimizin tarihsel yolculuğunu gözler önüne seriyor adeta. Ayrıca bu müziği oluşturan tüm etnik unsurları da bize hatırlatıyor. Ayrıca hem Türk hem de azınlık müzikleri ile ilgili yetkin kişilerle yapılan söyleşiler de konuya farklı bir bakış açısı getiriyor.

jjhggh

Müzik ve Kimlik gibi ilginç bir konu hakkında çalışmaya nasıl karar verdiniz? Sizi harekete geçiren düşünce neydi?

Toplumsal hayatımızın asli meselelerinden biri olması hasebiyle duyduğum mesuliyet duygusunun beni böyle bir çalışmaya sevk ettiğini söyleyebilirim. Elbette, müzik alanında yapılmış birçok araştırma var. Fakat bunların büyük çoğunluğu ya belgelere dayalı müzik tarihi araştırması veya magazin düzeyinde tanıtım yahut konuya teknik açıdan yaklaşan çalışmalar. Hepsi de çok değerli. Fakat çoğu konuya kategorik yaklaşan çalışmalar. Müziğin nasıl bir şey olduğu sorusu üzerine eğilen, toplumla, tarihle, diğer sanat dallarıyla, dille ve düşünce ile ilişkisini mülahaza eden bütüncül yaklaşımlara pek rastlayamıyoruz. Oysa ne sanatı ne de özel olarak müziği, ferdi ve toplumsal hayatın diğer alanlarından soyutlamamız mümkün değildir. Aynı şeyleri kimlik ve tarih kavramları için de söyleyebiliriz. Müziğin çerezlik bir eğlence aracı olarak tüketilmesi ve nihayet gittikçe artan bir oranda müziksiz bir toplumda yaşıyor olmamız düşündürücü. Müzik ferdî ve toplumsal aklın sağlığı kadar hastalığının ritim bozukluğunu da ifade eden bir sanattır. Fakat korkarım günümüzde daha çok ruhsuzluğumuza işaret ediyor. İşte bu kaygılar, beni sorumluluk üstlenmeye sevk etti.

Kitabınızda önemli isimlerle söyleşiler de yapmışsınız. Bunu yapmanızın amacı neydi?

Kitap birkaç bölümden oluşuyor. Öncelikle müziğin tarihle ve kimlikle ilişkisinin sorgulandığı bir değerlendirme bölümü yer alıyor. Bu bölümde müziğin tarihle, kimlikle, dil ve düşünce ile ilişkisi üzerine bütüncül bir bakış açısı sunmaya çalışıyorum. Yapılan tespitlerden hareketle ne yapılması gerektiği hususunda önerilerde bulunarak konuyu tartışmaya açıyorum. Böylece ortaya tarih ve toplum meselelerine dair bir tablo çıkıyor. Daha sonra yer alan röportajlar, bu tablonun tartışıldığı söyleşilerden oluşuyor.

Söyleşilerinizde azınlık müziği ile ilgili kişilere de yer vermişsiniz. Bunu yapmanızın sebebi nedir?

Kitabın girişinde çizmeye çalıştığım çerçeve içinde sözü ehline bırakmayı uygun gördüm. Konuyu etnolojik ve folklorik bir araştırma olmaktan ziyade geleceğe uzanan tarihsel bir süreç olarak muhasebe etmeyi amaçladım. Bunun için sadece Türklere değil, diğer kimliklere de müracaat ederek, ortak tarih şuuru ve hafızasına müziğin nasıl katkı sağladığını mülahaza etmelerini arzu ettim. Bir Türk’ün, etnik bir bilinçle, sadece Türk müziği üzerine eğilmesinin Türk müziğini anlamlandırmaya yetmeyeceğini, diğer kimliklerin de tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi tabloda yer almaları gerektiğini vurgulamak istedim. Türk müziği tarihini yazmak için Rumca, Ermenice, Süryanice gibi dillere müracaat etmek zorundasınız. Benim çalışmam meselelerin birlikte çözülebileceği düşüncesini vurgulamak için bir örnek teşkil ediyor. Kitabımda adeta bir Osmanlı toplumu havasını bulabilirsiniz. Böylece belki de ilk defa, her etnik grubun kendini anlatma derdine düştüğü, diğerlerini pek önemsemediği bu süreçte, ortak bir tarih şuuru ve hafızasına işaret eden çok sesli bir koro çıktı ortaya.

Klasik müziğimiz nasıl bir kimliğe sahipti? Bu kimliği oluşturan etmenler neydi?

Bu müziğin vasıflarından belki de en önemlisinin, tıpkı Osmanlı-Türk devleti ve milletinin etnik kimliklerin üstünde ve ötesinde ideal varlık iddiası, hakikat ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde temsil ettiği irade gibi, varlık ve oluş bütünlüğünün sonsuzluk ilişkisini ideal güzellik ölçüsüyle dile getirmesi, ruhun hakikate ve özgürlüğe adanmışlığını, özlemini ve hüznünü asil bir sükunet arayışıyla terennüm etmesiyle tezahür ettiğini düşünüyorum. Türk müziği sadece basit bir etnik müzik değildir. Varoluşun etik ve ontolojik ilkeleriyle özdeşleşmiş evrensel bir anlayışın ifadesidir. Bu çerçevede Türk müziği, diğer etnik grupların da kendilerini bu ifadede buldukları müziktir. Osmanlı-Türk müziği, sadece farklı kültürler arasındaki karşılıklı etkileşimin bir ifadesi değil, bilakis bu etkileşimi de mümkün ve anlamlı kılacak biçimde bütün bir hayatı birliğin ahengi ve ritmi olarak algılayan bir ruh ve düşünce tavrıdır. Bu çerçevede Osmanlı-Türk müziği hakikat, özgürlük ve ahlak ilkelerinden beslenen, müzik ve şiir ölçüsüyle varlığı ve oluş biçimini idrak etmeye ve bütünlüğün sonsuzluk ilişkisini hayatın her alanında solumaya çalışan ruhun müziğidir diyebiliriz.

Toplumun müziğin kimliğini etkilediği aşikar. Peki müzik toplumun kimliğini ne oranda etkiliyor?

Bu ilişkilerin karşılıklı olduğu muhakkaktır. Müzik nasıl ancak içten geldiğinde ruha tesir ediyorsa, aynı şekilde fert ve toplumun varlık ve oluş tarzının bir ifadesi olduğu gibi belirleyicidir de. Belki de bu yüzden toplumsal değişim süreçlerini müzik üzerinden okumamız mümkündür. Benim Müzik ve Kimlik kitabında yapmaya çalıştığım şey de bu. Özellikle Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini bu çerçevede okumak mümkün. Cumhuriyet döneminde Türk müziğinin radyolarda ve özellikle eğitim alanında yasaklanması, tarihsel hafıza ve toplumsal kimliğin değiştirilmesine yönelik operasyonel bir girişimdir ve kimliğin oluş sürecinde müziğin ne denli önemli bir unsur olduğuna işaret etmektedir.

Müzik hem birleştirir hem ayrıştırır

Müziğin toplumu birleştirici ve dönüştürücü rolünü tarihsel bir perspektifle anlatmışsınız. Bu rol bugün neden bu kadar etkin değil?

Ben müziğe sadece müspet bir mana yükleme taraftarı değilim. Müzik sağlık ve inşanın, müspet yönde tekamülün ifadesi olabileceği gibi hastalığın,  tahribin ve yıkımın, menfi yönde tekamülün de ifadesi olabilir. Zaten önemi de buradan kaynaklanmaktadır. Çalışmamda birleştirici sözcüğü ile müziğin müspet yönüne, dönüştürücü sözcüğü ile de başkalaştırıcı olabileceğine işaret etmek istedim.

Osmanlı Türk kimliğinin oluşmasında müzik ne kadar rol oynadı?

Müziği, dil, mimari, düşünce, ahlak ve maneviyatla olan ilişkisi içinde anlayabiliriz ancak. Devletin adalet ve özgürlük ilkelerinin yanında toplumu belirli bir ahlakilik çerçevesinde birleştiren en önemli güç sanattır. Tarihi kuran asli güçler, dil, düşünce ve sanattır. Müziği, en temel sanat dalları arasında sayabiliriz. Ve bunlar ayrı ayrı yönlere savrulduklarında hiçbirinin tek başına ayakta kalamadığını söyleyebiliriz.

Modernleşme ile geleneksellik arasında şizofren bir kişiliğe bürünmüş olan toplum şuurunun müziğe yansıdığını söylüyorsunuz. Bu nasıl bir yansıma?

Bu sorun Cumhuriyet dönemine ait değil sadece. 18. yüzyıldan beri, Türklerin merkezi hüviyette tarihsel bir kimlik olma iddialarını yitirmeye başlamasıyla, kendilerini Batı karşısında Doğu olarak konumlandırmasıyla birlikte tezahür etmeye başlamış bir ruh halidir. Bu ruh halini sadece müzikte değil, mimaride, edebiyatta, yemek kültüründe, düşüncede, politikada, davranışlarda, zevk kültüründe, velhasıl bütün ferdi ve toplumsal oluş süreçlerinde müşahede edebilirsiniz. Popüler müziğimizde de bu kimlik çatışmasını veya çok kişilikliliği görmemiz mümkün.

Her şeyi yeniden düşünmeliyiz

Günümüz Türkiye’sinde hakim olan müzik türü, Cumhuriyet’in oluşturmak istediği kültürel dönüşümün başarıyla tamamlanması yerine şizofrenik bir karaktere büründü diyorsunuz. Buna sebep olan şeyler neler?

En asli sebep, Türk milletin kendi varlık iddiasının oluş şevkinin, hem bulunduğu coğrafyada hem de kendi içinde çatışma kültürüne mahkum olması, hakikat ve özgürlük idealini, zaman ve mekanın bütünlüğünü gözeten 360 derecelik merkezi bakış açısını gerektiren tez olma iddiasını yitirmesidir.

Günümüz Türkiye’sinde müziğin bir kimliği olduğunu söylemek mümkün mü? Varsa bu nasıl bir kimlik?

Müziğin elbette bir kimliği var; müspet veya menfi. Asıl soru bence toplumsal ve tarihsel kimliğimizin ne olduğu sorusudur.

Mevcut müziğin ruhsuz bir müzik olduğunu söyleyebilir miyiz?

Eğer bedenselliği, şizofrenik zevkler peşine düşmüş, etin hazzına saplanmış aç ruhluluğu kastediyorsanız, evet!

Kitabınızda ‘Ne yapmalı?’ diye bir bölüm var? Özetle ne yapılması gerektiğini söyler misiniz?

Her şeyi yeniden düşünmemiz, tarihi harcayabileceğimiz, pazarlayabileceğimiz malzemelerin saklı olduğu suiistimal deposu olarak kullanmak yerine, ferdi ve toplumsal oluş süreçlerine içkin bir aksiyon formu olarak yaşatıp geleceğe uzanabileceğimizi keşfetmemiz gerekiyor. Bu keşfin, dilsiz, düşüncesiz, mimarisiz, müziksiz, kısaca sanatsız gerçekleşmeyeceği aşikar değil mi? Nasıl insan ahlaksız olamazsa, akıl da sanatsız düşünülemez. Güzel, hakikatin hem kendisi hem tezahürüdür. Ona ancak güzellikle ve müzikte olduğu gibi içtenlikle ulaşabiliriz. Özgürlüğe çıkan başka bir yol var mı?

Yorum bırakın